Monthly Archives: Mart 2012

İnsanlar Neden Bir Sevgiliye İhtiyaç Duyar


İnsanlar neden bir sevgiliye ihtiyaç duyar? Bu soruyu birçoğumuz sormuşuzdur kendimize. Peki, bizi bu soruları sormaya iten güç nedir?  Ergenlikten olgunluğa kadar olan süreçte, düşüncelerimizin yarıya yakınında (belki daha fazlasında, kişiden kişiye göre değişir) karşı cinsle olan düşüncelerimiz vardır. Belki de hayatımızın şekillenmesi, bu düşünceleri bastırmaya ya da doğru kullanabilmeye bağlıdır, kim bilir? Üremek ve cinselliğin getirmiş olduğu duygular, bir sevgiliye ihtiyaç duymamızı gerektiren nedenlerden biridir. Ama toplumumuzda seksle cinsellik karıştırılmaktadır. Çünkü cinsellik denildiğinde çoğumuzun aklına seks gelmektedir. Oysaki cinsellik; psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik yönleri olan çok boyutlu bir kavramdır ve insanın doğuştan getirdiği cinsiyetine ait özelliklerin tümüdür. Zaten, İngilizce bir kelime olan seks, İngilizce’de cinsiyet anlamına da gelmektedir.

Cinselliğin getirmiş olduğu duygular yanında, bir sevgiliye ihtiyaç duymamızın asıl nedeni, onunla birlikte güzel vakit geçirmek, dertlerimizi paylaşmak, sinemaya gitmek, dünyadaki yalnızlığımızı karşılamak… Değildir. Çünkü bunları zaten yakınlarımızla yapabiliyoruz. Bütün iş, “sevilmekte”. Sevmekten sonra dünyanın en güzel duygusudur, sevilmek. Daha tam bir beden bile olamamışken, annemizin o büyülü dokunuşlarıyla, seslenişleriyle başlayan; çığlıklarla ağlayarak geldiğimiz dünyada, daha gözlerimizi bile açmadan devam eden ve hayatımızın sonuna kadar da devam edecek olan-sürekli beslenilmesi gereken-bir eylemdir sevilmek. Sevmek ise, henüz evrim yaratılmadan önce insanların ruhlarının yaratıldığı o büyülü, ezeli mecliste, Allah tarafından ruhlara verilen bir emanet, yaşantımızın şifresi, kalp atışımızın nedenidir. Sevme eyleminin, sevilme ile bir arada olabilmesi de, iki ayrı bedenin tek bir ruha sığabilmesi demektir. Bu ikisinin beraber olması için, yani sevilebilmemiz için; ilk başta sevmemiz, sevmeyi biliyor olmamız gerekir.( Asıl sorun da burada değil mi? Sevmesini biliyor muyuz ?)

Ailemiz tarafından, arkadaşlarımız, çevremiz tarafından, hatta yolda karşılaştığımız ama hiç tanışmadığımız biri tarafından bile seviliyorsak, neden bir sevgiliye ihtiyaç duyarız? Yani sevgilisiz sevilmek bizlere yetmiyor mu? Bunun cevabı da, dokunmak, dokunulmaktır. Dokunmaktan bahis şudur: Derideki gözenekler yoluyla ruha değinilebilinmesi, maddiyatla maneviyatın karışabilmesidir.

Dokunulmak, insanlar için son derece önemli bir eylemdir. Uzmanlar, çocukların çok sevilmesi gerektiğini, sevgiyi yeterince tadamayan çocukların ileriki yaşlarda sevgisiz ve hatta acımasız olduklarını söylüyorlar.- Psikologların, terapilerde hastalarının çocukluğuna inmelerinin sebebi de belki budur-  Ayrıca, yeni doğmuş bir bebeğe, bir kişi bile dokunmuyorsa eğer, diğer tüm yaşamsal destekler sağlansa bile, ölme ihtimalinin yüksek olduğu da uzmanlar tarafından ispatlanmış bir gerçektir…

Dokunma, çok genel bir terimdir. Dokunmanın birçok yolu vardır.Bu nedenle, akıllarda daha net bir çağrışım uyandırabilmek için şu örnek faydalı olacaktır: “Sarılmak”. Paulo Coelho’nun dediği gibi : “İnsanlık kadar eski olan bu hareket, iki vücudun kavuşmasından çok daha fazlasını ifade eder. Sarılmanın anlamı şudur: Senden bir tehlike sezmiyorum, yanında olmaktan korkmuyorum; rahatlayabilir, kendimi yuvamda hissedebilirim, beni koruyan ve anlayan birisi var.”Sarılmak neden güzeldir bilir misin? Çünkü sağ tarafta kalp yoktur ve orası hep boştur. Sarılınca sağ tarafını onun kalbi doldurur.” Demiş, başka bir yazar da…

Sonuç olarak, hayatta her şey sevgiyle mümkündür. Sevgisiz bir hayat, beyin ölümü gerçekleşmiş bir hasta gibi hissiz yaşamaktır. Âdem ile Havva’dan itibaren gelen, yalnızca insanlığa verilmiş bu özel duygu; yani insanlığa özel, gerçek “eş” kavramını herkesin tatması dileğiyle, sözlerimi Yunus Emre’nin sözleriyle bitiriyorum:

“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz”

Alper Yasin BOĞATEKİN

Categories: Denemelerim | Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , | 2 Yorum

Türkler’de Yılbaşı (Yenigün, Nevruz)


Yeni bir yıla girmenin heyecanıyla yaşayan insanlar, doğal olarak birbirlerine yeni yıl için iyi dileklerde bulunurlar, birbirlerine hediye alıp verirler, kutlamalar yaparlar; yeni yıla mutlu girmek isterler. Çünkü yeni yıla nasıl girilirse, o yılın öyle geçeceğine inanırlar. Yeni yıl; ırklara, dinlere göre farklı tarihlerde, başka biçimlerde günümüze kadar kutlanagelmiştir ve kutlanmaktadır. Ancak günümüzde küreselleşen dünyada birçok şeyin evrenselleştiği gibi, yılbaşı da evrenselleşmiştir. Bugün, miladi takviminin başlangıcı olan 1 Ocak’ı yılbaşı olarak saymaktayız.

1 Ocak tarihi dışında, inancımız ve kültürümüze diğer yıl başlangıçlarımız şöyledir: Hicri takvime göre yılbaşı, hicretin olduğu Muharrem ayının 1. günüdür. Türkler’de durum biraz farklıdır. Bu konuda 2 görüş vardır.12 hayvanlı Türk takviminin başlangıcı olarak bilinen 21 Mart . İkincisi Ebulgazi Bahadır Han’ın eseri ‘Şecere-i Türk’te, Ergenekon menkıbesinde bahsettiği, dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide 400 yıl kalan Türk’ün, baharın başladığı gün çıkarak, ata yurduna döndüğü ve hürriyetini, istiklalini kazandığı belirttiği kurtuluş günü olarak adlandırılan kurtuluş günüdür. Kaşgarlı Mahmud, Divanu Lügati’t Türk adlı eserinde Nevruz hakkında şunları söyler: “Yeni günden sonraki ilkbahar ayına Oğlaklar ayı derler, ondan sonraki aya Ulu Oğlak ayı denilir, çünkü bu ayda oğlaklar büyümüş olur. İnsanlar ve tüm canlılar Nevruz ile canlanmış olur. Nevruz âlemin mutluluk anası, bereket ve sevinç kaynağıdır. Bu yüzden insanlar birbirlerine gönüllerini açarak, cömertçe sevinçlerini ortaya koyarlar.”5 bin yıldır kutlanan bu gün, değişik adlarla anılagelmektedir. En yaygın olarak kullandığımız isim olan “Nevruz” , Farsça bir isimdir, Türkçe’de “Yenigün “manasına gelmektedir. Diğer isimler ise şöyledir : “Ergenekon”, “Bozkurt”, “Çağan”, “Mart Dokuzu”, ”Sultan Nevruz”, “Mart Bozumu”.

Türkler yeni yılını, baharın gelişi olarak kutladığı için bu günde, kederli olmak en büyük ayıp ve suç sayılmaktadır. Yeni yılda, kutlama törenlerinde bölgelere göre çok farklı oyunlar oynanırken, bu güne özel bazı yemekler pişiriliyor ve eğlenceler düzenleniyordu. Topluca yenilen Nevruz yemeğinin ardından yeni yıl kutlanıyor ve gençler, yakılan Nevruz ateşinin üzerinden atlıyordu.

Eski Türkler’de Nevruz hazırlıkları 40 gün önceden başlıyordu. Evler temizlenir, silinir, süpürülür, her şey baştan aşağı yıkanır, bütün yatak, yprgan, döşek, kilim, halı, yolluk ve benzeri şeyler güneşe çıkarılıp seriliyordu. Kış boyunca içine sinen nemden arındırılır, ve bol bol güneş alması sağlanırdı. Sonra bunlar sopalarla dövülerek (çırpılarak) tozdan arındırılırdı. Bu esnada uyanan doğayla, bahçe işleri de büyük bir hızla yapılmaya çalışılırdı; bahçede biriken çöpler ocaklardan çıkan küllerle karıştırılarak, gübre olarak toprağa verilir. Ark ve kanallar toprak ve çamurlarından arındırılırdı. Ağaçlar budanır, fazla dallar kesilir ve ağaçların dibi havalandırılırdı.

Farklı tarihler, farklı inanışlar, farklı kültürler küçücük dünyadaki kocaman zenginliklerdir. Ancak günümüze gelindiğinde modern dünyada birçok kültürün, inanışın kaybolduğunu ve kaybolmaya yüz tuttuğunu görmekteyiz. Milletleri millet yapan onların manevi değerleri, adet an’analeri, merasimleri ve diğer kültür unsurlarıdır. Bir milleti ayakta tutan, onu yaşatan ve devamını mümkün kılan, bu tür kültür öğeleridir. Günümüzde bu tür kültür öğeleri, milletler için temel güç unsurları olan; ekonomik güç, askeri güç ve ondan kuvvet alarak oluşturulan siyasi güç kadar temel ve stratejik öneme sahiptir. Bu sebepledir ki, Türk dünyasının en temel kültür öğelerinden birisi olan Nevruz/Yeniyıl bayramı birçok doğu halkları tarafından kendilerine mal edilmeye çalışılmakta ve hatta bazı etnik gruplar tarafından siyasi hedefler doğrultusunda kullanılmak istenmektedir. Aynı şekilde bazı doğu halkları ve etnik gruplar Nevruz geleneğini kendilerine mal etmeye ve ona çeşitli rivayetler, efsaneler, masallar yakıştırmaya çalışmaktadırlar.

Nevruz sadece Yeniyıl olarak kutlanmamaktadır. Nevruz’u kutlamada birkaç neden birlikte vardır :

-Nevruz, Türklerin Ergenekondan çıktıkları gündür. Ergenekon/ Nevruz bayramı Türkleri’de bir tabiat, varoluş ve diriliş bayramı niteliğindedir.
– Nevruz, Hazreti Ali’nin doğduğu gündür.
– Nevruz, Ateşperestlerden kalan bir bayramdır.
– Nevruz, Tanrının dünyayı gece ile gündüzün eşit olduğu bir zamanda yarattığı gündür.
– Nevruz, Kütlevi halk bayramıdır.
– Nevruz, gününde güneş balık burcundan koç burcuna girmiştir.
– Nevruz, Türklerde bahar bayramıdır.
– Nevruz, İran ve Afganistan takvimine göre resmi yılbaşıdır.
– Nevruz, Türklerde demir dövme-örs bayramıdır.

Günümüzde, özellikle genç kesimimiz Nevruz’u (Ergenekon Bayramı’nı) unutmuş vaziyettedir. Kültürümüze, kültürümüzdeki olan özel günlere bağlılığımız gitgide azalmaktadır. Bu kötü gidişata bir son vermemiz gerekmektedir. Bu gün kutlanan Nevruz, çoğu insan tarafından Kürt bayramı olarak bilinmektedir.Ancak Nevruz, Kürt soyundan daha öncelere dayanmaktadır. Birçok ırkta olduğu gibi 21 Mart Kürtler’de de önemli bir yere sahiptir. Yukarıda da bahsettiğim gibi, Nevruz Türkler’de yaklaşık 5000 yıllık bir gelenektir. Bir Türk olarak bu günümüzü saygıyla anmalıyız. Değerlerimize,bizi biz yapan ögelerimize,atalarımızın miraslarına sahip çıkmalıyızç Bu günü anan başka ırklara da saygı göstermeliyiz;fakat tabi ki onlar da başkalarına saygı göstermek zorundalar.

Alper Yasin BOĞATEKİN

Categories: Denemelerim | Etiketler: , , , , , , , , , , | Yorum bırakın